“E” Harfi – Deyim Açıklamaları / 1
Ecel teri dökmek: Çok korkmak, heyecan içinde bulunup terlemek, korku ve bunalım içinde olmak.
Örnek: “Köprüden geçerken ecel terleri döktüler.”
Eceli gelmek: Ölmek, sonu gelmek, yok oluş vakti gelmek.
Örnek: “Herkesin eceli gelecek ve bu dünyadan göçecek.”
Eceline susamak: Ölümüne yol açacak kadar tehlikeli işlere girişmek.
Örnek: “Bırak o silâhı elinden, eceline mi susadın sen?”
Eciş bücüş: Çarpuk çurpuk, eğri büğrü, düzgün yanı olmayan, çirkin bir biçim almış bulunan.
Örnek: “Eciş bücüş bir yazıyla karşılaşınca şaşırdı.”
Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan, konuyu açıklamaya yetmeyen, gerçeği yansıtmayan süslü, parlak ve gereksiz sözler söylemek.
Örnek: “Edebiyat yapmaya amma da meraklı bir insanmış.”
Efkâr dağıtmak: Sıkıntıyı gidermek, üzüntüyü yok etmeye çalışmak.
Örnek: “Sahile efkâr dağıtmak için inmiş olmalı.”
Eğri (gözle) bakmak: Kötü düşünce besleyerek bakmak.
Örnek: “O, hiç kimseye eğri gözle bakmazdı.”
Ekmeğinden etmek: İşinden çıkarmak veya atmak.
Örnek: “Adamı durup dururken ekmeğinden ettiler.”
Ekmeğine yağ sürmek: Birinin yararına göre eylemde bulunmak, istemese de birinin işine yarayacak biçimde hareket etmek.
Örnek: “O işi bana vermemekle yabancıların ekmeğine yağ sürdün sen.”
Ekmeğini kazanmak: Geçimini temin edecek, ihtiyaçlarını karşılayacak parayı kazanmak.
Örnek: “Kaygılanma, ekmeğini kazanmasını bilir o.”
Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yapıp geçimini sağlayacak becerilikte olmak, her türlü işi yapmak.
Örnek: “Ekmeğini taştan çıkaran insanların arasına katılmakta gecikmedi.”
Ekmek elden su gölden: Kendisi kazanmayıp başkalarının kazancı ile geçinen kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Ekmek kapısı: Çalışıp para kazanılan, geçim sağlayan iş yeri.
Örnek: “O dükkân benim ekmek kapım, asla satmam, satamam onu!”
Ekmek parası: Kazanç, geçinmek için kazanılan para.
Örnek: “Ekmek parası kolay kolay kazanılmıyor.”
Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar.
Örnek: “İkramiye ile eksiği gediği kapadılar.”
Ekşi yüz: Somurtkan, asık yüz.
Örnek: “Onun ekşi yüz göstermeye hakkı yoktu.”
El açmak: 1. Dilenmek. 2. Başkasının yardımını almak için yalvarmak.
Örnek: “İhtiyarlayıp da el açacağı hiç aklına gelmemişti.”
El altından: Kimsenin haberi olmadan, gizlice.
Örnek: “Parayı el altından verdi.”
El atmak: 1. Bir işe girişmek. 2. Birisinin işine karışmak.
Örnek: “Üstüne vazife olmayan işe el atma sakın!..”
El ayak çekilmek: Ortalıkta kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek.
Örnek: “Bu iş ancak el ayak çekildikten sonra yapılır.”
El basmak: Yemin etmek, kutsal bir şey üzerine el koyarak ant içmek.
Örnek: “Kur`ân`a el basarım ki bu işi ben yapmadım.”
El çabukluğu: 1. Bir işi çok çabuk yapabilme ustalığı. 2. Hilesini kimseye sezdirmeyecek biçimde yapabilme.
Örnek: “Adamın cebinden el çabukluğu ile cüzdanı çekiverdi.”
Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını, tüm varlığını harcayıp bitirmiş olmak.
Örnek: “Elde avuçta bir şey kalmayınca ne yapacağını şaşırdı.”
Elde etmek: 1. Bir şeye sahip olmak. 2. Bir kimseyi kendi yanına çekmek.
Örnek: “Onun gibi dürüstleri elde edemezsin, boşuna uğraşma.”
Elde kalmak: 1. Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı. 2. Harcanandan arta kalmış olmak.
Örnek: “Şu kasadaki üzümler elde kaldı.”
Elden ayaktan düşmek (veya kesilmek): Yaşlılık, hastalık sebebiyle iş yapamaz, yürüyemez, kendi işini göremez duruma gelmek.
Örnek: “Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin.”
Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak.
Örnek: “O arsa elden çıktığı için üzüldüm.”
Elden düşme: Az kullanılmış.
Örnek: “Elden düşme bir araba aldı.”
Elden ele dolaşmak: Pek çok kişi tarafından kullanılmak, bir çok sahip eline geçmek.
Örnek: “Elden ele dolaşan atı nihayet geri almayı başardı.”
Elden geçirmek: Eksiklikleri düzeltmek, onarmak; denetlemek için pek çok şeyi ele alıp yoklamak, gözden geçirmek.
Örnek: “Yaptığın işi bir daha elden geçir.”
Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak.
Örnek: “Bütün mal mülk bir hiç uğruna elden gitti.”
Ele almak: 1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamış olmak. 2. İncelemek, araştırmak veya tenkit etmek.
Örnek: “Konuyu yeni baştan bir daha ele alalım.”
Ele avuca sığmamak: 1. Şımarık davranmak. 2. Söz dinlememek, kural tanımamak, zapt edilememek.
Örnek: “Sen ne ele avuca sığmaz bir çocukmuşsun meğer.”
Ele geçirmek: Sahip olmak, kaçan bir kimseyi yakalamak.
Örnek: “Şu toprak parçasını da ele geçirdik mi işimiz tamam demektir.”
El elde baş başta: 1. Masrafla para birbirine denk geldi. 2. Yapılan işin sonunda ne kâr ne de zarar edildi.
Örnek: “Alışverişten el elde baş başta döndü.”
Elekten geçirmek: Titizlikle seçmek; iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı birbirinden ayırmak.
Örnek: “Şu dosyayı bir daha elekten geçirin.”
El ele vermek: Güçleri birleştirip işbirliği yapmak, yardımlaşmak.
Örnek: “Bu yolu ancak el ele verirsek yapabiliriz.”
El emeği: 1. Elle yapılan işe harcanan emek. 2. Elle yapılan çalışmanın karşılığı.
Örnek: “El emeğinin karşılığı değildir bu para.”
Ele vermek: Bulunduğu yeri haber vererek suçluyu yakalatmak.
Örnek: “Katili ele vermeyi kafasına koyarak sokağa çıktı.”
Eli açık: Cömert, çok para harcayan, sakınmadan para verebilen.
Örnek: “Eli açık olan insanları severim.”
Eli ağır: 1. Oldukça yavaş iş yapan. 2. Vurunca çok acıtan.
Örnek: “Eli o kadar ağırmış ki enseme gülle düştü sandım.”
Eli altında olmak: 1. İstediği anda ele alıp kullanabileceği bir yerde bulunmak. 2. Buyruğunda olmak.
Örnek: “İyi bir usta, araç ve gereçlerinin elinin altında olmasını ister.”
Eli ayağı buz kesilmek: 1. Korku, heyecan ve üzüntüden ne yapacağını bilemez duruma gelmek, donup kalmak. 2. Çok üşümek.
Örnek: “Haydi elimiz ayağımız buz kesmeden girelim içeri.”
Eli ayağı tutmak: İş yapabilecek güçte olmak, bedenî gücü var olmak.
Örnek: “Çok şükür şimdilik elimiz ayağımız tutuyor.” Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri
Eli bayraklı: Kavgacı, şirret, edepsiz.
Örnek: “Onun eli bayraklı bir kadın olduğunu daha yeni anladınız.”
Eli bol: Cömert, esirgemeyen, çok para ve eşyası olan.
Örnek: “Duyduğumuza göre Hasan Çavuş eli bol bir insanmış.”
Eli boş dönmek: Umduğunu alamadan geri dönmek.
Örnek: “Eli boş döneceği hiç aklıma gelmezdi.”
Eli böğründe kalmak: Çaresiz kalmak, bir şey yapamaz duruma gelmek, başarısızlığa uğramak.
Örnek: “Tek hayvanın öldüğünü görünce eli böğründe kaldı.”
Eli cebine gitmemek (veya varmamak): Cimri olmak, para harcamaya kıyamamak.
Örnek: “Ondan da yardım istediler, ancak eli cebine bir türlü gitmedi, arkasını dönüp uzaklaştı.”
Eli çabuk: Süratli iş gören.
Örnek: “Eli çabuk adamlara ihtiyacımız var.”
Eli darda: Geçimi için para sıkıntısı çeken.
Örnek: “Eli darda insanlara yardım etmek insanlık borcudur.”
Eli değmemek: Bir işi yapmaya zaman bulamamak.
Örnek: “Odanı temizlemeye elim değmiyor.”
Elifi görse mertek sanır: Cahil, okuması yazması yoktur.
Örnek: “Ona mı akıl danışıyorsun, elifi görse mertek sanır o. ”
Eli hafif: İncitmeden, can yakmadan iş gören.
Örnek: “İğneyi Hatice hemşireye vurdurun eli hafiftir onun.”
Eli kalem tutmak: 1. Yazı yazmayı bilmek. 2. Düşüncelerini derli toplu güzel bir ifade ile yazabilmek.
Örnek: “Elin kalem tutmaz mı senin?”
Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak.
Örnek: “Bırakın onu, elinden iş çıkmaz birine ihtiyacımız yok.”
Elinden tutmak: 1. Destek olmak, ilerlemesi için yardımda bulunmak. 2. Yürümesine, kalkmasına, inmesine, çıkmasına yardım etmek.
Örnek: “Hayatım boyunca elimden tutan olmadı.”
Eline düşmek: 1. Birine muhtaç olmak. 2. Yakalanmak. 3. Düşmanın ya da kendisine hıncı bulunan birinin hâkimiyetinde kalmak.
Örnek: “Düşmanın eline düşmemek için bir yol bulmalıyız.”
Eline su dökemez: Sözü edilen kişi, değerce ondan çok geride.
Örnek: “Sen hamur açmakta Fatma`nın eline su dökemezsin.”
Elini çabuk tutmak: Hızlı davranmak, acele etmek.
Örnek: “Elimizi çabuk tutup şu kömürü yağmura yakalanmadan taşıyalım.”
Elini kana bulamak: Birini öldürmek veya yaralamak.
Örnek: “Zavallı çocuk, boş yere elini kana buladı.”
Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir işten sonuç almaksızın dönmek, gelirken hiçbir armağan getirmemek.
Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, çekinmeden, kimseden korkmadan dolaşmak.
Örnek: “Bunca ağır suç işlemesine rağmen elini kolunu sallaya sallaya gezmesi şaşılacak şey doğrusu.”
Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Anlamadığı, bilmediği, beceremediği işleri yapmaya kalkışmak (kadınlar için).
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Çok nazlı olmak, evde hiçbir iş yapmamak, zor işlerden kaçınmak.
Örnek: “Ne kadınmış o da, elini sıcak sudan soğuk suya soktuğunu görmedim daha!”
Eli sıkı: Kolay para harcamayan, cimri, çok tutumlu.
Örnek: “Bu kadar eli sıkı bir adam olmak zorunda değilsin.”
Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça bir şeyler aşırmaktan geri kalmayan.
Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.
Örnek: “Bulaşıkları yıkamaya bir türlü elim varmıyor.”
Eli yatmak: Bir işe eli alışkın olmak, bir işi yapabilecek el becerisi bulunmak.
Eliyle koymuş gibi bulmak: Aradığı şeyi söylenen yerde çok kolay bulmak.
Örnek: “Onca şeyin arasında küçücük düğmeyi eliyle koymuş gibi buluverdi.”
El kadar: Küçük, küçücük.
Örnek: “El kadar çocuk işime karışamaz benim.”
El kaldırmak: 1. Kendisinden büyüğe vurmak için elini kaldırmak. 2. Bir şey söylemek istediğini, oy verdiğini elini kaldırarak belirtmek.
Örnek: “Sen ne cüretle babana el kaldırırsın!”
El kapısı: 1. Bir kızın gelin gittiği ev. 2. Yabancıların memleketi, evi, yurdu.
Örnek: “Yıllarca el kapılarında çalıştım durdum.”
El koymak: 1. Bir meselenin yetkili organlarca incelenmeye başlaması. 2. Buyruğu altına almak, hükümetçe uygun görülen mal, arazi ve kuruluşa hâkim olmak.
Örnek: “Hükümetin el koyduğu arazi burdan başlıyor.”