• Ana Sayfa
  • Deyimler
  • Türk'çe Kalem
  • Geçmiş Kayıtlar
  • Söz Sizde
  • İletişim
  • Deyimler
      deyim, deyimler
    • Deyim Nedir?
    • Deyimlerin Özellikleri
    • Dünya Dillerinde Deyimler
    • Deyim Türleri
    • Deyimlerin Öyküleri
    • Açıklamalı Deyimler


-A- Harfi -B- Harfi -C- Harfi -Ç- Harfi -D- Harfi -E- Harfi -F- Harfi
-G- Harfi -H- Harfi -I- Harfi -İ- Harfi -K- Harfi -L- Harfi -M- Harfi
-N- Harfi -O- Harfi -Ö- Harfi -P- Harfi -R- Harfi -S- Harfi -Ş- Harfi
-T- Harfi -U- Harfi -Ü- Harfi -V- Harfi -Y- Harfi -Z- Harfi

“A” Harfi – Deyim Açıklamaları / 1

deyim açıklamaları, deyiminin anlamıAba altından değnek göstermek: Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak.
Örnek: “Sakın onlara aba altından değnek göstermeye kalkma, yoksa kaçırırsın.“

Abacı, kebeci, ara yerde sen neci?:
Örnek: “Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun.” anlamında kullanılır.

Abayı yakmak: Gönül verip âşık olmak, tutulmak.
Örnek: “Türkmen kızına abayı yakalı beri, sazı elinden düşürmez oldu.“

Abbas yolcu: 1. Yola çıkmaya kesin kararlı.
Örnek: “Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayın.”
Örnek: “ 2. Ölmek üzere (olan).”
Örnek: “Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?“

Abesle iştigal etmek: Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek.
Örnek: “Şu yaşa geldin, ama abesle iştigal etmekten vazgeçmedin.“

Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek.
Örnek: “Yeter artık, abuk sabuk konuşmalarına daha fazla dayanamayacağım.“

Abur cubur: Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler.
Örnek: “Ne diye çocukların karnını abur cuburla doyuruyorsun?“

Aceleye getirmek (dara getirmek): 1. Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak.
Örnek: “Tezgâhtar aceleye getirerek gömleğin defolusunu vermiş.”
Örnek: “2. Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek.”
Örnek: “Yazın hiç de güzel değil, aceleye getirmişsin.“

Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz.
Örnek: “Acemi çaylağa bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?“

Acı çekmek (duymak): 1. Ağrı, sızı duymak.
Örnek: “Kazadan sonra çok acı çekti.”
Örnek: “ 2. Üzülmek, üzüntü içinde kalmak.”
Örnek: “Eşini kaybedeli on yıl oldu ama o hâlâ acı çekiyor.“

Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak.
Örnek: “Elindeki tek evi de yanıp kül olunca acısı yüreğine işledi.“

Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak.
Örnek: “Kestiğim o ağacın hâlâ acısını çekiyorum.“

Acısını çıkarmak: 1. Acılığını yok etmek.
Örnek: “Yağda kavurarak acısını aldı.”
Örnek: “2. Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek. 3. Öç almak.”
Örnek: “Bir gün bana yaptıklarının acısını senden çıkaracağım.“

Acı soğuk: Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk.
Örnek: “Acı soğuk insanın iliklerine işliyordu.“

Acı söz: İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz.
Örnek: “Bu acı sözlerine kim katlanır sanıyorsun?“

Aç acına: Aç olarak, hiçbir şey yemeden.
Örnek: “Bu iş aç acına yapılmaz.“

Açığa çıkarılmak (alınmak): İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek.
Örnek: “İşe üç gün geç geldi diye açığa alındı.“

Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak.
Örnek: “Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu.“

Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak.
Örnek: “Kasiyerin salı günü akşamı on bin lira açığı çıktı.“

Açığını bulmak: Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak.
Örnek: “Hemen her yazısında bir açığını bulmak mümkün.“

Açık alınla: Başarı, şeref, övünç ve dürüstlükle.
Örnek: “Hemen her işten açık alınla çıkar onlar.“

Açık bono (çek) vermek: Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi tanımak.
Örnek: “O konuda İsmail’e açık çek (bono) veririm.”

Açık fikirli: Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kimse.
Örnek: “Bu toplumun açık fikirli insanlara duyduğu ihtiyaç, bugün daha fazladır.“

Açık kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse.
Örnek: “Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim.“

Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak.
Örnek: “Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun.“

Açık konuşmak: Gerçeği sakınmadan, çekinmeden söylemek.
Örnek: “Daima açık konuşan insanları severim.“

Açık saçık: Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, elbise).
Örnek: “Açık saçık fıkralar anlatmaya utanmıyor musunuz?“

Açık seçik: Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar görülebilen.
Örnek: “Daha açık seçik konuş da anlayalım ne demek istediğini.“

Açıkta kalmak (olmak): 1. İş ve görev bulamamak. 2. Yersiz yurtsuz kalmak. 3. kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak.
Örnek: “Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca.“

Açıktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak.
Örnek: “Günümüz insanı açıktan kazanmayı bir kural hâline getirdi.“

Açık vermek: 1. Geliri, giderini karşılamamak.
Örnek: “Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açık vereceğiz.”
Örnek: “2. Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek.”
Örnek: “Dikkat et de düşmanlarına açık verme.“ Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Efsane, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri

Açlıktan nefesi kokmak: 1. Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak.
Örnek: “Dün açlıktan nefesim kokuyordu ama bugün çok şükür karnım tok.”
Örnek: “2. Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak.

Açmaza düşmek: İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak.”
Örnek: “Beni bu açmazdan ancak çocuklarım kurtarır.“

Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek.
Örnek: “Afrika kıtasının pek çok insanı aç susuz kalmış durumda.“

Adama dönmek: Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek.
Örnek: “Kapılar, pencereler boyanınca ev adama döndü.“

Adamdan saymak: Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak.
Örnek: “Seni adamdan saydım diye mi naz yapıyorsun?“

Adam etmek: 1. Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek.
Örnek: “Sen uğraş, didin, adam et, o da sırt çevirsin sana.”
Örnek: “2. Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak.”
Örnek: “Bu arabayı eninde sonunda adam edeceğim.“

Adam evladı: İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru çocuğu.
Örnek: “Bu iyiliği ancak bir adam evladı yapabilirdi.“

Adam içine çıkmak: Topluluğa karışmak, eşe dosta gitmek, değerli insanların bulunduğu yerlerde olmak ve onlarla görüşmek.
Örnek: “Adam içine çıkmayalı uzun zaman oldu.“

Adam olmak: 1. Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak.
Örnek: “Umarım o da bir gün adam olur.”
Örnek: “2. Onarılıp işe yarar hâle gelmek.”

Adam (insan) sarrafı: Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse.
Örnek: “Sen üzülme, baban insan sarrafıdır, onun ne mal olduğunu kolayca anlar.“

Adam sen de (adam!): Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir.
Örnek: “Adam sen de, o katılmazsa katılmasın, biz birlikte oynarız.“

Adam sırasına geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak.
Örnek: “Biliyorum, seni de adam sırasına geçiren paran oldu.“

A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, baştan aşağı.
Örnek: “Bu sınıfın düzeni a`dan z`ye kadar bozuk.“

Adı batmak: Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak.
Örnek: “Hatırlatmayın, adı batsın o adamın!“

Adı çıkmak: Kötü bir şöhret kazanmak.
Örnek: “Bir kere adı çıkmış, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu.“

Adı kalmak: Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak.
Örnek: “Birkaç yıl sonra İstanbul`da doğal güzelliklerin sadece adı kalacak.“

Adı karışmak: İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek.
Örnek: “Soygun işine Ali`nin de adının karıştığı söyleniyor. Doğru mu?“

Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak.
Örnek: “Bir daha o eve adım atmamaya yeminliyim.“

Adını anmamak: Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek.
Örnek: “Evi terk eden oğlunun adını anmamakta sonuna kadar kararlı.“

Adını koymak: 1. İsim vermek.
Örnek: “Yeni doğan çocuğun adını Ali koydular.”
Örnek: “2. Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak.”
Örnek: “Önce adını koyalım da ona göre hareket edelim.“

Adını vermek: 1. Birinin adını bildirmek. 2. Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek.
Örnek: “Benim adımı ver ki işlerin çabuk görülsün.“

Aforoz etmek: 1. Kilise birliğinden çıkarmak. 2. Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak.
Örnek: “Bütün köylü onu aforoz etmekte kararlı.“

Ağır aksak: Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak.
Örnek: “Her zaman işleri ağır aksak yapıyorsunuz.“

Ağır basmak: 1. Ağırlığı fazla gelmek. 2. Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak.
Örnek: “Politik gücü ağır basınca ihaleyi kazandı.“

Ağır başlı: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse.
Örnek: “Ağır başlı olmak insana üstün meziyetler kazandırır.“

Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek.
Örnek: “Hiç sebep yokken işi ağırdan almanı bir türlü anlamıyorum.“

Ağır elli: 1. Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan. 2. Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan.
Örnek: “Adamın eli amma da ağırmış, ense köküm hâlâ ağrıyor.“

Ağır gelmek: 1. Ağrına gitmek, onuruna dokunmak.
Örnek: “Hak etmediğim şu sözler öylesine ağır geldi ki bana.”
Örnek: “2. yapılması güç gelmek.”
Örnek: “Bu yaştan sonra inşaat işlerinde çalışmak artık ağır geliyor benim gibi ihtiyara.“

Ağır hastalık: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık.
Örnek: “Ağır hastalık geçirdiği için bir türlü kendini toplayamadı ve zayıf kaldı.“

Ağır söz: Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz.
Örnek: “Söylediğin ağır sözler çocukları çok incitti.“

Ağız aramak (veya yoklamak): Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
Örnek: “Ağzını ara bakalım o konuda bir şey biliyor mu?“

Ağız (söz) birliği etmek: Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek.
Örnek: “Ağız birliği etmeli, hep birlikte savunmalıyız kendimizi.“

Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek.
Örnek: “Boşuna uğraşma, ağzından laf çekemezsin onun.“

Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak.
Örnek: “Dolap da dolap! Artık ağzında sakız gibi çiğneyip durma şu sözü!“

Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak.
Örnek: “Babasını görünce korkusundan ağız değiştirdi.“

Ağız, dil vermemek: 1. Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak. 2. Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak.
Örnek: “Kurşuna dizilmeyi göze aldılar ama ağız, dil vermediler.“

Ağız eğmek: Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu dökmek.
Örnek: “Ölürüm de ağız eğmem o adama!“

Ağız kalabalığı: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler.
Örnek: “Asıl meseleyi ağız kalabalığı ile ört bas edip kaçamazsın!“

Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak.
Örnek: “Ağız kalabalığına getirip yok pahasına aldı malları.“

Ağız kavafı: Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse.
Örnek: “İğreniyorum şunun gibi ağız kavafı heriflerden.“

Ağız yapmak: Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak.
Örnek: “Ne ağız yapıp duruyorsun, gerçeği söylesene!“

Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran.
Örnek: “Haydi yürü, ağzı açık ayran delisi gibi ne bakıp duruyorsun vitrine.“

Ağzı (bir karış) açık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak.
Örnek: “Onca seneden sonra sevdiği arkadaşını birden karşısından görünce ağzı açık kaldı.“

Ağzı kalabalık: Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen.
Örnek: “Ağzı kalabalık insanlara tahammül etmek çok güç bir iş.“

Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak.
Örnek: “Takdirname eline verilince sevincinden ağzı kulaklarına vardı.“

Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak.
Örnek: “Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı.“

Ağzına (veya ağzının içine) bakmak: 1. Ne diyeceğini beklemek. 2. Onun sözüne göre hareket etmek.
Örnek: “İyi, yemek için de onun ağzına bak bari!“

Ağzına baktırmak: Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek.
Örnek: “O, ağzına baktırmasını bilen ender hatiplerdendi.“

Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak.
Örnek: “Öyle bir insan ki ağzına bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır.“

Ağzına girmek: Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak.
Örnek: “Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse ağzına gireceklerdi.“

Ağzına lâyık: Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında.
Örnek: “Haydi durma, uzan, tam ağzına lâyık bir tatlı!“

Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak.
Örnek: “Ağzında bakla ıslanmayan bu adama nasıl oluyor da açılıyorsun?“

Ağzında gevelemek: Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak.
Örnek: “Lütfen lafı ağzında geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok işim var.“

Ağzından bal akmak: Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak.
Örnek: “Konuş, konuş hele; ağzından bal akıyor.“

Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak.
Örnek: “İyice çıldırmış olmalısın. Çünkü ağzından çıkanı kulağın duymuyor.“

Ağzından düşürmemek: Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek.
Örnek: “Ölünceye kadar torunu Esma`nın adını ağzından düşürmedi.“

Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak.
Örnek: “Ağzından girip burnundan çıktı ve ondan para koparmayı başardı.“

Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek.
Örnek: “Dikkatli ol, lafı ağzından kaçırıp da gideceğimiz yeri söyleme.“

Ağzından laf almak (çekmek): Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek.
Örnek: “Boşuna uğraşma, ağzımdan laf alamazsın.“

Ağzından yel alsın: Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı “ağzını hayra aç“ anlamında söylenir.
Örnek: “Bugün kötü şeyler mi bekliyorsun? Ağzından yel alsın, o ne biçim beklenti?“

Ağzını açıp gözünü yummak: Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek.
Örnek: “Eve geç gelen kızına ağzını açıp gözünü yumdu.“

Ağzını aramak: Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek.
Örnek: “Şunun ağzını ara da bahçeyi satıp satmayacağını öğren.“

Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak.
Örnek: “Boşuna uğraşma, evin yanışına öyle üzülmüş ki ağzını bıçak açmıyor.“

Ağzını havaya (poyraza) açmak: Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek.
Örnek: “Evi o zaman alacaktın, artık geçti, bundan sonra ağzını havaya aç.“

Ağzını kapamak: 1. Susmak. 2. Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek.
Örnek: “Ağzını kapatamazsak konuşup bizi elâleme rezil edecek.“

Ağzının içine bakmak: Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek.
Örnek: “Konuşması onları öyle sarmıştı ki ağzının içine bakıyorlardı.“

Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak.
Örnek: “Yeter artık, daha fazla senin ağız kokunu çekemem.“

Ağzını öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel, hoş söyledin” anlamında kullanılır.

Ağzının payını vermek: Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek.
Örnek: “Demek öyle, ben de senin ağzının payını vermezsem bana da Hasan demesinler!“

Ağzının suyu akmak: Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek.
Örnek: “Vitrindeki kızarmış tavuğu görünce ağzımın suyu aktı.“

Ağzının tadı kaçmak: Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak.
Örnek: “Şu vızır vızır işleyen yol buradan geçince ağzımızın tadı kaçtı.“

Ağzının tadını bilmek: 1. Güzel yemeklerden anlamak. 2. Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.
Örnek: “Şunlardaki güzelliğe bak, ağzının tadını da biliyorsun hani.“

Ağzı sulanmak: İmrenmek.
Örnek: “Karpuzları ağzını şapırdatarak yemeye başlayınca benim de ağzım sulandı.“

Ağzı süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak.
Örnek: “Şu ağzı süt kokan mı yarışacak benimle.“

Ağzı var dili yok: 1. Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde. 2. Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan.
Örnek: “Telâşlanma sakın, ağzı var dili yok o çocuğun, seni hiç üzmez.“

Ağzıyla kuş tutsa…: Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da anlamında kullanılır.
Örnek: “Ağzıyla kuş da tutsa, artık bu eve adım atamaz.“

|» Sonraki Sayfa »|

© Çokbilgi.Com - 2011 | Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
| Sitemap | RSS | Kullanım Koşulları |