“B” Harfi – Deyim Açıklamaları / 2
Bıçak kemiğe dayanmak: Çekilen sıkıntı artık katlanamayacak bir hâl almak.
Örnek: “Bıçak kemiğe dayandı, artık bu yerde duramam.“
Bıyığı terlemek: Bıyığı yeni yeni çıkmaya başlamak.
Örnek: “Bıyığı terlemiş gençlerin eline bakamam gayri.“
Bıyık altından gülmek: Birinin içine düştüğü duruma belli etmeden gülmek, sevindiğini belli etmeyerek onunla eğlenmek, içinden onunla alay etmek.
Örnek: “Ayşe`nin kırdığı pot karşısında bıyık altından gülmeye başladı.“
Bildiğini okumak: Kim ne derse desin, istediği gibi davranmak.
Örnek: “Bildiğini okumaya devam edersen, sonunda zarar görmen muhakkak olacak.“
Bile bile lâdes: Bile bile aldınmış görünme, öyle gerektiği için kötü bir durumu kabullenme.
Örnek: “Ağaçları kesmesine bile bile lâdes dedim.“
Bin dereden su getirmek: Birini kandırmak için dil dökmek, birçok sebep ileri sürmek, aldatıcı sözler sarf etmek.
Örnek: “O evi almamam için bin dereden su getirdiler.“
Bindiği dalı kesmek: Kendisi için gerekli ve yararlı olan şeyi kendi eliyle yok etmek.
Örnek: “Geçimini sağladığın o tarlayı sakın satma, yoksa bindiğin dalı kesmiş olursun.“
Bir atımlık barutu olmak (veya kalmak): 1. Bir konuda yapacağı çok az şeyi olmak. 2. Dayanacak pek az gücü kalmak.
Örnek: “Bir atımlık barutu kalmış, hâlâ ben yaparım o işi diyor.“
Bir ayağı çukurda olmak: Çok yaşlanmış olmak, yaşayacak çok az zamanı kalmış olmak.
Örnek: “Dedemin bir ayağı çukurda, onu üzmeyin artık.“
Bir ayak önce (evvel): Çok çabuk, bir an önce, ivedi olarak.
Örnek: “Bu iş, bir ayak önce yapılacak bir iştir.“
Bir baltaya sap olmak: Belirli bir sanat ya da iş sahibi olmak.
Örnek: “Şu yaşa geldin ama bir baltaya sap olamadın gitti.“
Bir bardak suda fırtına koparmak: Çok basit, küçük, önemsiz bir şeyi büyütüp içinden zor çıkılır bir olay hâline getirmek.
Örnek: “Bir bardak suda fırtına koparmayı bırak artık, mendilini yaktıysa evi de yakmadı ya!“
Birbirine düşmek: Aralarında anlaşmazlık çıkıp birbirlerine kötü bakmaya başlamak.
Örnek: “Çocukların kavgası yüzünden birbirlerine düştüler.“
Birbirine girmek: 1. Aralarında çıkan anlaşmazlık kavgaya dönüşmek, çarpışmak, saldırmak. 2. Bir kaza sonucu araçların birbirine çarpması.
Örnek: “Su yüzünden sokak sakinleri birbirine girdi.“
Bir çuval inciri berbat etmek: İyi olan, yolunda giden bir durumu yanlış davranışlarla bozmak, olumsuz bir gidişe sokmak.
Örnek: “Eline çekici alır almaz çiviye vurdu, çivi tahtayı yarıp geçti, bir çuval inciri berbat ettiğini o zaman anladı.“
Bir dalda durmamak: Sık sık düşünce, iş ya da tutum değiştirmek.
Örnek: “Bir dalda dursaydı başına bu iş gelmeyecekti.“
Bir damla: 1. Çok az, pek az (sıvı şeyler için söylenir). 2. Çok küçük (çocuklar için söylenir).
Örnek: “Bir damla su kaldı, ne yapacağız su gelmezse.“
Bir dediği iki olmamak: Her istediği hemen yapılmak, yerine getirilmek.
Örnek: “O, bir dediği iki olsun istemiyordu.“
Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayıflamak, kilo kaybına uğramak.
Örnek: “Zavallı çocuk, bu illete yakalanalı beri bir deri bir kemik kaldı.“
Bir dikili ağacı olmamak: Malı, mülkü veya evi olmamak.
Örnek: “Şu dünyada bir dikili ağacımız olmayacak bu gidişle.“
Bire bin katmak: Olduğundan çok göstermek, abartmak.
Örnek: “Bire bin katarak anlatmaya bayılır.“
Bire bir gelmek: Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek.
Örnek: “Verdiğin ilaç diş ağrıma bire bir geldi.“
Bir eli yağda, bir eli balda (olmak): Bolluk, varlık, rahat ve huzur içinde olmak.
Örnek: “Bir eli yağda, bir eli balda, daha ne istiyor ki?“
Bir elle verdiğini öbür elle almak: Bir kimseye yaptığı iyiliği, yararı, başka bir yola baş vurarak sağladığı çıkarla ödetmek.
Örnek: “Bir eliyle verip öbür eliyle aldığını çok zaman sonra anladım.“
Bir gömlek aşağı: Bir derece daha düşük.
Örnek: “Sizin ürettiğiniz fındık, bizimkinden bir gömlek daha aşağıdadır.“
Bir hâl olmak: 1. Bir şeyi çok yapa yapa usanmak, yorulmak, fenalık gelmek, bezmek. 2. Daha önce görülmeyen davranışlar içinde olmak, huyu değişmek. 3. Kazaya uğramış olmak.
Örnek: “Gecikti, başına bir hâl mi geldi acaba?“
Bir hoşluğu olmak: Rahatsız, neşesiz olmak.
Örnek: “O şiddetli kazayı görünce bir hoş oldum.“
Bir kalemde: Birden ve toptan, bir işlem ile.
Örnek: “Bir kalemde öde de kapat şu hesabı.“
Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak, aynı neticeyi vermek.
Örnek: “Ha sen söylemişsin ha ben, bir kapıya çıkmaz mı?“
Bir kaşık suda boğmak: Bir kişiye çok fazla kızmak, elinden gelse öldürecek ölçüde sinirlenmek.
Örnek: “Şu yalancı herifi her söz söyleyişinde bir kaşık suda boğasım geliyor!“
Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telâş olmak.
Örnek: “Alevler bacayı sarınca bir kıyamettir koptu sokakta.“
Bir Köroğlu bir Ayvaz: Bir karı kocanın çocuğunun olmaması yahut yakınlarının yanlarında bulunmaması.
Örnek: “Bir Köroğlu bir Ayvaz olmasak bu maaşın bize yeteceği yok.“
Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Söylenen söze önem vermemek, kulak asmamak, umursamamak.
Örnek: “Söylediğim söz bir kulağından girip öbür kulağından çıkarsa anlamazsın elbet!“
Bir pula satmak: Bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak.
Örnek: “Parayı görünce adam bizi bir pula satıverdi.“
Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istediğini hemen yerine getirmek.
Örnek: “Ah benim tatlı çocuğum, bir sözümü iki etmez, hemen yapıverir.“
Bir şeye benzememek: İşe yarar durumda olmamak, istenilen biçimde bulunmamak.
Örnek: “Bu kadar emekten sonra bari bir şeye benzemiş olsaydı şu kapı.“
Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla iki veya birden çok yararlı sonuç elde etmek, bir girişimle iki iş yapmak.
Örnek: “Anladım amacını, bir taşla iki kuş vurmak.“
Bir tutmak: Eşit görmek, eşit saymak, farklı muamelede bulunmamak.
Örnek: “Öğretmen, sınıftaki öğrencilerin hepsini bir tutmalıdır.“
Bir yastığa baş koymak: Evli bulunmak, acı ve tatlı günlerde birbirini desteklemiş olmak.
Örnek: “Biz kırk yıl bir yastığa baş koyduk, nasıl unuturum onu?“
Bir yastıkta kocamak: Karı ve koca birlikte uzun bir ömür sürmek.
Örnek: “Bir yastıkta kocarsınız inşallah.“
Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak bir durumla, yeni bir şeyle karşılaşmak.
Örnek: “Aman yarabbi, onu o kılıkta görünce bir yaşıma daha girdim.“
Bit yeniği: Kuşkulu bir nokta, işin gizli kalmış, kötü ve aksak yönü.
Örnek: “Bir bit yeniği var gibime geliyor bu işte, haydi hayırlısı.“
Boğaz boğaza gelmek: Zorlu bir kavgaya tutuşmak, ya da kavga edecek hâle gelmek.
Örnek: “Senin o dilin yüzünden adamla boğaz boğaza geldik.“
Boğaz derdi: 1. Yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları. 2. Geçim için uğraşma, kazanç sağlama kaygısı.
Örnek: “Boğaz derdi, bence dertlerin en büyüğüdür.“
Boğaz kavgası: Yaşamak için, geçinebilmek için yapılan didinme, uğraş.
Örnek: “Hemen bütün insanlar boğaz kavgasının içinde kaybolmuş durumdalar.“
Boğazı kurumak: Çok susamak, çok konuşmaktan ve bağırmaktan ötürü sesi çıkmaz olmak.
Örnek: “Boğazım kurudu, bir şeyler içelim de öyle gidelim.“
Boğazına dizilmek: Bir üzüntüden dolayı iştahı kesilmek, isteksiz ve zorla yemek.
Örnek: “Annemin o hasta hâli gözümün önüne geldikçe lokmalar boğazıma diziliyor.“
Boğuntuya getirmek: Birini bunaltıp şaşırtma yolu ile kendisinden bir iş veya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek.
Bohçasını koltuğuna vermek: İşine son vermek, kovmak, başından defetmek.
Örnek: “Hiç sebepsiz yere bohçasını koltuğuna verip fabrikadan uzaklaştırdılar onu.“
Bol keseden: Ölçüsüz, çok fazla, bol bol.
Örnek: “Bol keseden atıp tutmaya bayılır bizim çocuk.“
Borç harç: Borç alarak ya da benzer yollara başvurarak (bir şeyi sağlamak).
Örnek: “Borç harç nihayet yaptırdık evin çatısını.“Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, destanlar, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri
Borusunu çalmak: Çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek.
Örnek: “O, yıllardan beri Tophane kabadayılarının borusunu çalar.“
Borusu ötmek: Sözü geçer olmak, dinlenilir olmak.
Örnek: “Bizim sokakta Hasan amcanın borusu öter.“
Bostan korkuluğu: 1. Kuşları ve diğer yabani hayvanları ürkütmek için tarlalara dikilen kukla, insan benzeri nesne. 2. Kendisinden beklenileni yapmayan, ya da kendisinden çekinilmeyen, göstermelik kimse.
Örnek: “Müdür tam bir bostan korkuluğu, memurlar ne iş yapıyor ne güç.“
Boşa çıkmak: Umulan gerçekleşmemek, sonuç vermemek, elde edilememek.
Örnek: “Bütün emeklerimiz boşa çıktı desenize.“
Boş atıp dolu tutmak: Umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek; doğruluğuna inanmadan söylediği söz gerçek çıkmak.
Örnek: “Hayatımızın boş atıp dolu tutmak diye bir ilkesi olamaz.“
Boş bulunmak: 1. Dalgın ve dikkatsiz bulunmak. 2. Söylenmemesi gereken, sakıncalı bir sözü, işin sonunu düşünmeden söyleyivermek.
Örnek: “Boş bulunup da sakın söz verme, biliyorsun onlara gitmemiz mümkün değil.“
Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz, aylak, boş gezip dolaşan kimse.
Örnek: “Adam boş gezenin boş kalfası, bir de işsizlikten yakınıyor.“
Boş vermek: Önem vermemek, aldırmamak, ilgisiz davranmak.
Örnek: “Boş ver, bu hayat böyle gelmiş, böyle gider.“
Boy atmak: Boyu uzamak, gelişmek, boylanmak.
Örnek: “Çok çabuk boy attı sizin çocuk; maşallah, delikanlı gibi olmuş.“
Boy göstermek: 1. Görünmek, belirmek. 2. Gösteriş yapmak.
Örnek: “Onun gelip gitmesinin ardından olaylar boy gösterdi.“
Boy ölçüşmek: Yarışmak, değer yarışına girmek.
Örnek: “Benimle boy ölçüşecek adam daha anasından doğmadı.“
Boynu bükük: Yardım bekleyen; acınacak, kimsesiz, güçsüz, öksüz durumda olan.
Örnek: “Nerede bir boynu bükük görsem içim yanar.“
Boynu eğri: Herhangi bir nedenle, kendisini bir kimsenin dediklerini yapmaya borçlu sayan.
Örnek: “O adamdan borç para aldığı için boynu eğri, bu yüzden yaptığı kötülüklere ses çıkaramıyor.“
Boynu kıldan ince olmak: Adaletli yargı karşısında verilecek her cezaya razı olmak.
Örnek: “Gerçek adaletin karşısında boynum kıldan incedir.“
Boynunun borcu: Yapılması gerekli olan ödev.
Örnek: “Seni sevindirmek boynumun borcu oldu artık.“
Boynunu vurmak: Başını keserek öldürmek.
Örnek: “Boynunun vurulmasına ramak kala hakkındaki hükmün kaldırıldığını öğrendi ve yer gök onun oldu sanki“
Boyunduruk altına girmek: Başkasının egemenliği altına girmek, tutsak olmak, emir ve baskı altında yaşamak.
Örnek: “Türk milleti için boyunduruk altına girmek, ölüm demektir.“
Boyunun ölçüsünü almak: 1. İddia üzerine giriştiği bir işi başaramayıp yetersizliğini anlamak. 2. Biri tarafından haddi bildirilmek. 3. Beklediği yakınlığı görememek.
Örnek: “Boynunun ölçüsünü aldı, böyle bir işe bir daha giremez.“
Bozuk çalmak: Bir şey yüzünden canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak, sinirli davranışlarda bulunmak.
Örnek: “Biraz hasta oldu diye sağa sola bozuk çalıp duruyor.“
Bozuk düzen: 1. Düzensiz, düzeni bozuk olan. 2. Toplumun yönetiminde uygulanan yanlış kurallar dizgesi.
Örnek: “Bu bozuk düzenden hangi görüş ve anlayış biçimi kurtaracak milleti, onu öğrenmeye çalışıyorum.“
Bozum etmek: Bir kimseyi beklemediği bir davranış karşısında bırakarak utandırmak, mahcup etmek.
Örnek: “Adamı bozum etmeye bayılır bu ihtiyar, ona karşı dikkatli ol.“
Bozum olmak: Bir sözü ya da davranışı iyi karşılanmadığı için utanmak, utanacak duruma düşmek.
Örnek: “Onun düşüncesinin hiç de doğru olmadığını söylediğim zaman amma da bozum oldu kadın.“
Bozuntuya vermemek: Hataya düştüğünü anladığında veya hoşlanmadığı bir durumla karşılaştığında farketmemiş gibi davranmak, oralı olmamak.
Örnek: “Hiç bozuntuya vermeden misafirlere hoş geldin demeye devam etti.“
Bulanık suda balık avlamak: Karışık durumlardan yararlanarak kendi çıkarını sağlamak.
Örnek: “Bulanık suda balık avlamayı kural hâline getirmiş.“
Buldukça bunamak: Bulduğundan daha çoğunu isteyip şükretmemek, daha iyisini istemek.
Örnek: “Buldukça bunuyorsun, milletin aç sefil gezdiğini görmez misin sen?“
Buluttan nem kapmak: Çok alıngan olmak, en küçük şeylerden bile alınmak.
Örnek: “Seninle konuşmak imkânsız, buluttan nem kapıyorsun çünkü.“
Bunda bir iş var: “Bir olayın şimdilik bilinmeyen bir yönünün bulunması, anlaşılamayan bir sebebin aranması” durumunu anlatmak için kullanılır.
Örnek: “Polis, bunda bir iş var diyerek olayın üzerine tekrar gitti.“
Bundan iyisi can sağlığı: “Bundan daha iyisi, en iyisi olamaz” anlamında kullanılır.
Örnek: “Bundan iyisi can sağlığı, haydi oturun bakalım sofraya.“
Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu: Bir ilke benimsediği hâlde, benimsediği bu ilkenin tersine davranışlarda bulunanlar için söylenir.
Burnu bile kanamamak: Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak.
Örnek: “On takla atan arabadan, burnu bile kanamadan çıktı, şaşılacak şey doğrusu.“
Burnu büyümek: Kibirlenmek, böbürlenmek, büyüklenmek.
Örnek: “Adam milletvekili seçilir seçilmez bizimle konuşmaz oldu, burnu büyüdü birden.“
Burnu havada (olmak): Kendini çok beğenmiş, kibirli (olmak).
Örnek: “Burnu havada gezenlerden hiç hoşlanmam.“
Burnu Kaf dağında (olmak): Çok fazla kibirli, herkese yukarıdan bakar (olmak).
Örnek: “İyi ki bir araba aldı, burnu Kaf dağında bir adam olup çıktı.“
Burnundan (fitil fitil) gelmek: Hoş bir durum, elde ettiği güzel bir şey, sonra gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak.
Örnek: “Yediğimiz yemeği burnumuzdan getirmek mi istiyorsun? Sus artık!“
Burnundan düşen bin parça (olmak): Suratı çok asık (olmak).
Örnek: “Ne olmuş bir cam kırılmışsa, iki gündür burnundan düşen bin parça.“
Burnundan kıl aldırmamak: Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin eleştirilmesine fırsat tanımamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek.
Örnek: “Amma da burnundan kıl aldırmaz bir adammışsın; söylesene, nasıl konuşacağız seninle?“
Burnundan solumak: İşi başından aşkın olduğu için gözü hiçbir şey görmemek, çok öfkelenmiş olmak.
Örnek: “Adam burnundan soluyor, sakın üstüne gitme, yoksa konuştuğuna pişman olursun.“
Burnunu çekmek: 1. Nefesini kullanarak sümüğünü burnunun yukarısına, geri çekmek. 2. Yoksun kalmak, umduğunu bulamamak, istediğini elde edememek, gayesine ulaşamamak.
Örnek: “Müdürün yanına alınmayınca burnunu çekip gitti.“
Burnunun dikine gitmek: Kendisine verilen öğütlere kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak, istediğini yapmak.
Örnek: “Burnunun dikine gidersen, işte böyle eline yüzüne bulaştırırsın işi.“
Burnunun direği sızlamak: 1. Çok acı duymak (maddî). 2. Çok üzülmek.
Örnek: “Soğuktan burnumun direği sızladı.“
Burnunun ucunu görmemek: 1. İleriyi görememek, meydana geleceği açık olanı görememek. 2. Çok sarhoş olmak. 3. Çok dikkatsiz ve dalgın olmak.
Örnek: “Sen ki burnunun ucunu göremeyen bir adamsın, seninle nasıl iş yapabilirim ben.“
Burnunu sokmak: Üzerine vazife olmadığı, gerekmediği hâlde her işe karışmak.
Örnek: “Sen de her işe burnunu sokmaktan geri durmazsın!“
Burnu sürtülmek: Ilımlı bir yol seçip gururundan vazgeçmek, sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek.
Örnek: “Onun da burnunun sürtülmesine az kaldı, kısa zamanda dik başlılığı bırakacak.“
Burun buruna gelmek: 1. Ansızın karşılaşmak, karşı karşıya gelmek. 2. Birbirine çok yaklaşmak, birine çok sokulmak.
Örnek: “Kapıdan çıkar çıkmaz öğretmenimle burun buruna geldim.“
Burun kıvırmak: Önem ve değer vermemek, küçümsemek, beğenmemek.
Örnek: “Önüne konan yemeklere burun kıvırıp sofradan kalktı.“
Buyur etmek: Misafiri karşılayarak içeri almak, “buyurun” diyerek saygı ile yer göstermek ya da sofraya çağırmak.
Örnek: “Misafirleri büyük bir şevkle buyur etti.“
Buyurun cenaze namazına: Hiç beklemedik kötü bir durum karşısında şaka yollu üzüntü belirtmek için “ne yazık ki” anlamında kullanılır.
Örnek: “Şunun yaptığına bakın, buyurun cenaze namazına!“
Buz kesilmek: 1. Çok üşümek, donmak. 2. Buz gibi soğumak, buz durumuna gelmek. 3. Endişe, korku ve üzüntü veren bir durum karşısında donakalmak.
Örnek: “Öldürdüğünü sandığı adamı karşısında görünce buz kesildi.“
Buzlar çözülmek: 1. Buzların erimeye ve kırılmaya, su hâline gelmeye başlaması. 2. Kişiler arasındaki dargınlığın, soğukluğun, kırgınlığın ve gerginliğin ortadan kalkmaya başlaması.
Örnek: “İki kardeşin arasındaki buzlar çözülmeye başlayınca aileye neşe geldi.“
Buz tutmak: Üstünde buz meydana gelmek, buzla kaplanmak.
Örnek: “Göl buz tuttu.“
Buz üstüne yazı yazmak: 1. Birine etkisi olmayan sözler söylemek. 2. Etkisi ve süresi çok kısa olan bir iş yapmak.
Örnek: “Evet çocuklar, beni buz üstüne yazı yazan bir adam konumuna getirmeyin!“
Büyük oynamak: 1. Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir işe girişmek. 2. Çok fazla para koyarak kumar oynamak.
Örnek: “Büyük oynadım, ya kaybedeceğim, ya da kazanacağım.“
Büyük (söz) söylemek: Başkasının düştüğü kötü duruma düşmeyeceğini söyleyerek övünmek.
Örnek: “Ne demiş atalarımız, büyük lokma ye, büyük söz söyleme.“
Büyük sözüme tövbe!: Bir konuda kesin konuşulduğunda ya da bir başkasının düştüğü kötü dur ama düşmeme iddiasında bulunulduğunda Cenab-ı Allah`tan böyle bir duruma düşürmemesini dileme.
Örnek: “Ne ettim de o sözü söyledim, büyük sözüme tövbe!“
Büyüklük göstermek: Elinde her imkân varken kötülük yapmamak, affetmek, iyi davranmak.
Örnek: “İstese büyüklük göstermeyip onu buraya bir daha sokmazdı, erkek adammış.“
Büyümüş de küçülmüş: Davranışları, konuşması yaşının üstünde olan, büyükler gibi hareketler yapan çocuk.
Örnek: “Aman yarabbim, şunun söylediği sözlere bakın hele, büyümüş de küçülmüş sanki!”