“D” Harfi – Deyim Açıklamaları / 2
Dirsek çevirmek: Daha önce birlikte iş yaptığı, anlaştığı kimseden, artık ihtiyaç duymadığı için yüz çevirmek; bir kimseyi kendinden uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.
Örnek: “Onun da dirsek çevireceğini hiç beklemezdim.“
Dirsek çürütmek: Okumak, öğrenim görmek için uzun yıllar çalışmak.
Örnek: “Desene boşuna dirsek çürütmüşsün.“
Diş bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için fırsat kollamak; öfkesini gösterir durum almak.
Örnek: “Bana diş bilediği bakışlarından belli.“
Dişe dokunur: Hatırı sayılır, işe yarar, belirtilmeye değer, önemli.
Örnek: “Dişe dokunur bir iş yapmışsın, aferin çocuğum.“
Diş geçirememek: Etkisiz kalmak, güç yetirememek, hükmünü yürütüp sözünü dinletememek.
Örnek: “Bir çocuğa diş geçiremiyorsun, ne biçim annesin sen!“
Diş gıcırdatmak: Kızgınlığını, öfkesini kimi davranışlarıyla belli etmek.
Örnek: “Dediğini yaptıramayınca dişlerini gıcırdatmaya başladı.“
Diş göstermek: Güçlü olduğunu, kendine güvendiğini, saldırabileceğini davranışlarıyla belli etmek; tehdit etmek.
Örnek: “Biraz diş göstersen hemen yola geleceklerdir.“
Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, içeceğinden vb. ihtiyaçlarından keserek zorla biriktirmek.
Örnek: “Seni, dişimden tırnağımdan artırdığım parayla okuttum!“
Dişine göre: Yapabileceği, gücünün yeteceği, becerebileceği, uygun bir durumda.
Örnek: “Tam da dişime göre, onu yenebilirim.“
Dişini sıkmak: Darlığa, sıkıntıya dayanmak; her türlü zorluğa katlanmak.
Örnek: “Biraz daha dişini sıkmalısın, inşallah yakında rahata kavuşacağız.“
Dişini tırnağına takmak: Çok büyük zorluklara, sıkıntılara, darlıklara katlanarak bütün gücünü kullanıp çalışmak.
Örnek: “Biz bu evi dişimizi tırnağımıza takarak yaptık, yıkmalarına izin vermeyeceğim!“
Diş kirası: 1. Eskiden sarayda ya da konaklarda zenginlerin iftara çağırdıkları yoksullara verdikleri armağan veya para. 2. Harcadığı emek dışında bir kimsenin fazladan sağladığı çıkar.
Dişinin kovuğuna bile gitmemek: Çok az gelmek (yiyecekler için).
Örnek: “Açlıktan kırılıyorduk, önümüzdeki yiyecekler dişimizin kovuğuna bile gitmeyecek kadardı.“
Diz boyu: Dize kadar (yükseklik veya alçaklık için).
Örnek: “Çukuru diz boyu kazmışlardı.“
Diz çökmek: 1. Dizini yere koyarak oturmak. 2. Teslim olmak.
Örnek: “Düşman askerleri önümüzde diz çökmüşlerdi.“
Dize gelmek: Teslim olmak, boyun eğmek, yenilmek, güçlünün buyruğunu kabullenmek.
Örnek: “Bizim kitabımızda dize gelmek yoktur!“
Dize getirmek: Kendisine karşı geleni alt ederek buyruğunu dinler duruma getirmek, boyun eğdirmek.
Örnek: “İki saatte düşmanı dize getirebiliriz.“
Dizgini (dizginleri) ele almak: Yönetimi ele geçirmek, işi kendisi yönetmeye başlamak.
Örnek: “Dizginleri ele almazsak fabrika kargaşa içinde boğulup kalacak, üretim yapılamayacak.“
Dizginleri salıvermek: Başıboş bırakmak, sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek.
Örnek: “Yönetim, dizginleri salıverince insanlar rahat bir nefes aldılar.“
Dizini dövmek: Çok pişman olmak.
Örnek: “Çocuklarını küçük yaşta eğitmezsen sonradan dizini döversin.“
Dizinin (dizlerinin) bağı çözülmek: Korkudan, heyecandan, yorgunluktan ayakta duramayacak hâle gelmek.
Örnek: “Yokuşu çıktım ama dizlerimin de bağı çözüldü.“
Dizlerine kapanmak: Yalvarmak, kendini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak.
Örnek: “Göreceksin, günün birinde dizlerine kapanacak babasının.“
Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden, sözü eğip bükmeden, dosdoğru, açık açık konuşmak.
Örnek: “Dobra dobra konuşan insanları severim.“
Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz ele geçmemiş bir şey, gerçekleşmesi kesin olarak bilinmeyen bir durum için hazırlık yapmak.
Dokuz doğurmak: 1. Bir işi güçlükle ve sıkıntı içinde sonuca ulaştırmak. 2. Merakla, heyecanla, sabırsızlıkla, sıkıntı çekerek beklemek.
Örnek: “İşe geç kalmıştı, yeni araba gelinceye kadar dokuz doğurdu.“
Dokuz köyden kovulmuş: Geçimsizliği, hatalı davranışları yüzünden birçok yerden atılmış kimse.
Dolap çevirmek: Hile, düzen ve dalavere ile iş yapmak.
Örnek: “Yine ne dolap çeviriyor acaba?“
Dolma yutmak: Kanıp aldanmak.
Örnek: “Ona dolma yutturacağını hiç sanmam!“
Dolu dizgin: 1. Son hızla (süvari ve at arabası için). 2. Önüne geçilemeyecek biçimde, çok fazla olarak.
Örnek: “Kinlerimizi dolu dizgin salıverdik düşmanın üstüne.“
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayan güç bir durum karşısında söylenir. “Her yolu denedim, çözüm yolu bulamadım” anlamına gelir.
Domuzdan kıl çekmek: Sevilmeyen, eli sıkı olan, cimri bir kimseden bir şey alabilmek.
Örnek: “Domuzdan bir kıl koparmak kârdır.“
Don gömlek: Çıplak, üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuş hâlde.
Örnek: “Adamı, don gömlek kalacak kadar soydular.“
Dostlar alışverişte görsün: Gösteriş olsun; amaç iş yapıyor görünmek, iş yapmak değil.
Örnek: “Güya çalışıyor, dostlar alışverişte görsün!“
Dökülüp saçılmak: 1. Bir şey uğruna fazla para harcamak, masraf etmek. 2. Soyunmak, çok açık giyinmek.
Örnek: “Düğün yapıyorum diye sakın dökülüp saçılma, yoksa kendini toplayamazsın.“
Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.
Örnek: “Nasıl oluyor da, bu adam hep dört ayak üstüne düşüyor?“
Dört başı mamur: Her yanı bakımlı, elverişli, güzel, tam istenildiği gibi.
Örnek: “Alırsam dört başı mamur bir ev alacağım.“
Dört dönmek: Bir işi yapmak için korku, heyecan, telâş, şaşkınlık içinde sağa sola koşmak, çare aramak.
Örnek: “Kadıncağız haberi alır almaz odanın içinde dört dönmeye başladı.“
Dört elle sarılmak: Yapacağı işe büyük bir önem verip özen göstererek girişmek.
Örnek: “Başarılı olmak mı istiyorsun, dört elle sarıl işine!“
Dört gözle beklemek: Özleyerek, çok isteyerek, büyük bir sabırsızlıkla beklemek.
Örnek: “Annemin yolunu dört gözle beklemeye başladım.“
Dudak bükmek: Umursamamak, beğenmemek, küçümsemek.
Örnek: “Yeni alınan elbiseye şöyle bir dudak büküp geçti.“
Dudak ısırmak: Hayret etmek, şaşırmak.
Örnek: “Beni karşısında görünce dudağını ısıracak eminim.“
Dudak ısırtmak: 1. Hayran bırakmak. 2. Şaşkınlığa, hayrete düşürmek.
Örnek: “Yazdığı son kitabıyla dudak ısırttı herkese.“
Duman attırmak: Geride bırakmak, zor duruma düşürmek, birini yıldırmak.
Örnek: “Silâhını çeken komutan etrafa duman attırmaya başladı.“
Duman etmek: Bozmak, ortalığı dağıtmak, yok etmek; yenmek, birine karşı başarı sağlamak.
Örnek: “Askerler ortalığı toz duman ettiler.“
Dumanı üstünde: 1. Çok taze (sebze ve meyve için). 2. Çok yeni, üzerinden zaman geçmemiş.
Örnek: “Şu elmalara bak, daha dumanı üstünde bunların.“
Duman olmak: 1. Ortadan kaybolmak. 2. Durumu, düzeni, işi bozulmak. Kötü olmak.
Örnek: “Çabuk duman ol buradan, gözüm görmesin seni!“
Durduğu yerde: 1. Hiç gereği yokken. 2. Kolaylıkla, hiç emek ve çaba harcamadan.
Örnek: “Adam durduğu yerde para kazanıyor, anlamadım bu işi!“
Durup dinlenmeden: Sürekli olarak, ara vermeden, arka arkaya.
Örnek: “Yıllar yılı durup dinlenmeden çalıştım sizin için.“
Durup dururken: 1. Birden bire, ansızın. 2. Hiç gereği veya sebebi yokken.
Örnek: “Durup dururken bir tokat attı arkadaşına.“
Dut yemiş bülbüle dönmek: Susmak; konuşkanlığını, sevincini, neşesini yitirmek; sesi çıkmaz olmak.
Örnek: “Onu dut yemiş bülbüle döndürmezsem bana da Hasan demesinler!“
Düğüm noktası: Bir meselenin sonuçlandırılması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken en güç yanı.
Örnek: “Biz işin daha düğüm noktasını tespit etmiş değiliz ki!“
Düğün bayram etmek: Çok sevinç duymak, topluca neşeli bir duruma kavuşmak.
Örnek: “Ağabeyim savaştan sağ salim dönünce ailece bayram ettik.“ Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri
Düğün evi gibi: Çok kalabalık ve telâşlı görülen yer.
Örnek: “Hayrola, dün akşam sizin sokak düğün evi gibiymiş!“
Dümen çevirmek: Düzen kurup, hileli iş yapmak.
Örnek: “Yine ne dümen çeviriyorsunuz siz?“
Dümen kırmak: Yön değiştirmek.
Dümen suyunda gitmek: Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak.
Örnek: “Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar.“
Dünkü çocuk: Deneyimi az, toy acemi.
Örnek: “Dünkü çocukların aklına ihtiyacım yok benim.“
Dünya başına yıkılmak: Dara düşmek, felâkete uğramak, umutlarını yitirmek, çok üzülüp acı çekmek.
Örnek: “Trafik kazasında kocasını ve iki çocuğunu kaybeden kadının dünyası başına yıkılmıştı.“
Dünya bir araya gelse: “Bütün insanlar engel olmaya kalksa bile, asla, hiçbir zaman, kim ne derse desin” anlamında, yine bildiğini yapma durumu için kullanılır.
Örnek: “Dünya bir araya gelse de ben o adamla barışmam.“
Dünyadan elini eteğini çekmek: Bir kenara çekilip toplum ile ilişkisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmaz olmak, daha çok ibadetle meşgul olmak ve dünya işleriyle ilgilenmez olmak.
Örnek: “Bizim komşu her nedense dünyadan elini eteğini çekti, görünmez oldu sanki.“
Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden, çağından ve çağının getirdiklerinden, zamanında yaşanan hayattan haberli olmamak.
Örnek: “Sen dünyadan haberi olmayan bir adamsın, ne anlarsın bu işten, lütfen karışma!“
Dünya gözü ile: Ölmeden önce, yaşarken.
Örnek: “Dünya gözü ile Almanya`daki kardeşimi bir daha görsem.“
Dünyalar onun olmak: Oldukça çok sevinmek.
Örnek: “Babası istediği oyuncağı getirince dünyalar onun oldu sanki.“
Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Dünyada insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek, zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak.
Örnek: “Elbet sen de bir gün dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaksın.“
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak yer.
Örnek: “Ali de dünyanın öbür ucunda oturuyor.“
Dünya yıkılsa umurunda değil: Hiçbir şeyle ilgilenmemek, umursuz olmak, sorumluluk duymamak.
Örnek: “Sakın `dünya yıkılsa umurumda değil` deme bana.“
Dünyayı toz pembe görmek: İyimser olmak, üzücü durumlara bile iyi gözle bakmak.
Örnek: “Bırak artık şu dünyayı toz pembe görmeyi, aç gözlerini!“
Düşe kalka: 1. İşi kimi zaman iyi, kimi zaman kötü olarak güçlükle, uğraşa uğraşa (yapmak). 2. Biriyle yakın ilişki kurarak.
Örnek: “Sokak serserileriyle düşe kalka iyice bozuldu, sapıttı.“
Düşeş atmak: Umulmadık bir başarı kazanmak.
Örnek: “Düşeş attı bizim oğlan, şimdi yanına da yaklaştırmaz kimseyi.“
Düşman çatlatmak: Nisbet yapmak, iyi durum ve başarılarıyla düşmanı kızdırmak ve kıskandırmak.
Örnek: “Düşman çatlatmakta da üstüne yok senin!“
Düşman kesilmek: Düşman olmak, düşman gibi görünüp tavır almak.
Örnek: “Yalnız benim değil, bütün ailenin düşmanı kesilmişti.“
Düşünüp taşınmak: Bir meseleyi enine boyuna tartmak, konuyu bütün yönleriyle incelemek, iyice düşünüp ona göre davranmak.
Örnek: “Acele etme, düşünüp taşın öyle karar ver.“
Düşüp kalkmak: 1. Yakın arkadaşlık etmek. 2. Yasa ve gelenek dışı kadın ve erkekle birlikte yaşamak veya sık sık bir araya gelmek.
Örnek: “Seni bu hâle getirenler düşüp kalktığın arkadaşlarındır. Hâlâ anlamadın mı?“
Düttürü Leylâ: Gülünç, tuhaf, daracık ve kısacık giyinmiş kadın.
Örnek: “Sana hiç yakışmamış, düttürü Leylâ gibi olmuşsun.”