• Ana Sayfa
  • Deyimler
  • Türk'çe Kalem
  • Geçmiş Kayıtlar
  • Söz Sizde
  • İletişim
  • Deyimler
      deyim, deyimler
    • Deyim Nedir?
    • Deyimlerin Özellikleri
    • Dünya Dillerinde Deyimler
    • Deyim Türleri
    • Deyimlerin Öyküleri
    • Açıklamalı Deyimler


-A- Harfi -B- Harfi -C- Harfi -Ç- Harfi -D- Harfi -E- Harfi -F- Harfi
-G- Harfi -H- Harfi -I- Harfi -İ- Harfi -K- Harfi -L- Harfi -M- Harfi
-N- Harfi -O- Harfi -Ö- Harfi -P- Harfi -R- Harfi -S- Harfi -Ş- Harfi
-T- Harfi -U- Harfi -Ü- Harfi -V- Harfi -Y- Harfi -Z- Harfi

“İ” Harfi – Deyim Açıklamaları

deyim açıklamaları, deyiminin anlamıİbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak.
Örnek: “Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde.”

İcabına bakmak
: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak.
Örnek: “O adamın icabına bakarız, merak etme sen.”

İç çekmek
: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak.
Örnek: “Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi.”

İç etmek
: Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan kaldırıp kimseye göstermemek.
Örnek: “Babasına bildirmeden o kadar parayı iç etmiş.”

İç gıcıklamak
: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak.

İçi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak.
Örnek: “Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım.”

İçi cız etmek
: Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek.
Örnek: “O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti.”

İçi çekmek
: Canı arzu etmek, istek duymak.

İçi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık.

İçi dışı bir: İkircikli olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü bir olan.
Örnek: “İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz.”

İçi dışına çıkmak
: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak.

İçi erimek: Kaygı duymak, çok üzülmek.

İçi geçmek: 1. İstemediği hâlde uyuya kalmak. 2. İşe yaramaz duruma gelmek. 3. Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak.
Örnek: “O artık içi geçmiş bir ihtiyardır.”

İçi gitmek
: Çok fazla istek duymak.
Örnek: “Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum.”

İçi içine sığmamak
: Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten kendini alamamak.
Örnek: “Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım.”

İçi kabarmak (kalkmak)
: 1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama duygusu içinde olmak.
Örnek: “Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım buradan.”

İçi kan ağlamak
: İçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak.
Örnek: “Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu.”

İçi kazınmak
: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak.
Örnek: “Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu.”

İçinden gülmek
: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek.

İçinden okumak: 1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses çıkarmadan sövmek, beddua etmek.
Örnek: “Hikâyeyi şimdi de içinizden okuyacaksınız.”

İçinden pazarlıklı
: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen.
Örnek: “Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben.”

İçine atmak
: 1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak.
Örnek: “O her şeyi içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum.”

İçine dert olmak
: Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü duymak.
Örnek: “Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da içime dert oldu.”

İçine doğmak
: Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek.
Örnek: “Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu.”

İçine işlemek
: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak.
Örnek: “Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki.”

İçine çekilmek (kapanmak)
: Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek, yalnızlığa gömülmek.
Örnek: “Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi, kimseyle görüşmüyor.”

İçine kurt düşmek
: Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek.
Örnek: “Tilkiyi civarda dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü.”

İçine sindirmek
: Benimsemek, iyice kabul etmek.

İçine sinmemek: 1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. İstediği gibi olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak.
Örnek: “İşi bitirdim ama hiç de içime sinmedi.”

İçine sokacağı gelmek
: Birini aşırı ölçüde, çok sevmek.

İçine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek.

İçini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak.
Örnek: “Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım.”

İçini kemirmek
: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak.
Örnek: “İçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu.”

İçini (bir) kurt yemek
: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak.

İçi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek.
Örnek: “Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor.”

İçi rahat etmek
: Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak.
Örnek: “Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim rahat edecektir ancak.”

İçi sızlamak
: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek.

İçi titremek: 1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu içinde bulunmak.
Örnek: “Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri girelim.”

İçi yanmak
: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek.
Örnek: “Sanki yalnız onun içi yanıyordu.”

İçler acısı
: Oldukça üzücü, çok acıklı.

İçli dışlı olmak: Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak.
Örnek: “Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk.”

İçtikleri su ayrı gitmemek
: Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak.

İdare etmek: 1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek, yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5. Örtbas etmek.
Örnek: “Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez.”

İfade vermek
: Sorguya cevap vermek.

İflâhını kesmek: Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek, iş yapamayacak duruma getirmek.
Örnek: “Ben adamın iflâhını keserim, anladın mı?”

İfrit olmak
: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak.
Örnek: “İfrit oluyorum şu adamın hareketlerine.”

İğne atsan yere düşmez
: Çok kalabalık, yürünecek gibi değil.

İğne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak.

İğne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek.
Örnek: “O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş.”

İğneli söz
: Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz.
Örnek: “O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu.”

İki ahbap çavuşlar
: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, dost.

İki arada bir derede (kalmak): Sıkışık, zor şartlar altında (kalmak).

İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak.

İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: İki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak.

İki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek.

İki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek.
Örnek: “Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik.”

İki eli kanda olsa
: Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede olsa bile.
Örnek: “Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin.”

İki eli (birinin) yakasında olmak
: Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek.

İki gözü iki çeşme: Sürekli, çok ağlayarak.
Örnek: “Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş.”

İkili oynamak
: Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek.
Örnek: “Sendika başkanı ikili oynuyormuş.”

İki paralık etmek
: Değerini, onurunu çok düşürmek.
Örnek: “Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!”

İki rahmetten biri
: Ağır hasta olan birisi için “ya şifa, ya ölüm” anlamında kullanılır.

İki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini, duygularını düzgün bir biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun olmak.

İki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve giderini denkleştirememek.
Örnek: “Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya gelecek.”

İleri geri konuşmak
: Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde konuşmak.

İleri gitmek: Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta bulunmak ve haddi aşmak.
Örnek: “O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine fırsat verilmemelidir.”

İlk göz ağrısı
: 1. İlk doğan çocuk. 2. İlk sevgili.

İmana gelmek: 1. Hak dini olan İslâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek. 3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak.
Örnek: “İmana gel, tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin.”

İnce eleyip sık dokumak
: Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak, gözden geçirmek.
Örnek: “O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil, kaygılanma.”

İn cin top oynamak
: Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak.
Örnek: “Adada in cin top oynuyordu sanki.” Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri

İncir çekirdeğini doldurmaz
: Çok az veya pek önemsiz.
Örnek: “Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları.”

İnme inmek
: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek.
Örnek: “Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar.”

İnsan eti yemek
: Birini çekiştirmek.

İnsan evlâdı: İyi, anlayışlı, ahlâk sahibi insan.
Örnek: “İnsan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?”

İnsan hâli
: Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir.

İnsanlıktan çıkmak: 1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. İnsanî niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak.

İnsan sarrafı (olmak): İnsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak).
Örnek: “Dedem insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen anlayıverir.”

İpe çekmek
: Asarak öldürmek.

İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek.

İpi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı artırmak.

İpin ucunu kaçırmak: Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp, artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek.
Örnek: “Biraz daha dikkatli olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız.”

İpi sapı yok
: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan.
Örnek: “İpi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın.”

İpiyle kuyuya inilmez
: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez.
Örnek: “O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben.”

İple çekmek
: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek.
Örnek: “Yarını iple çekiyorum.”

İpucu vermek
: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek.
Örnek: “Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim.”

İsabet etmek
: 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak.
Örnek: “Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz.”

İskele vermek
: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak.

İsmi var, cismi yok: 1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan.

İster istemez: 1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. İstemesi üzerine, hiç vakit geçirmeden, istediği anda.
Örnek: “İster istemez ben de ona bağırdım.”

İstifini bozmamak
: Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç değiştirmemek.
Örnek: “Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense istifimi bozmadan bekledim.”

İş ayağa düşmek
: İş sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak.
Örnek: “Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler.”

İş başa düşmek
: Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak.
Örnek: “İş başa düştü desene!..”

İş çatallanmak (çatallaşmak)
: Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı bilinemez olmak.
Örnek: “İş gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile.”

İş çığırından çıkmak
: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek.

İş inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek.

İşi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak.
Örnek: “Eh, onun da bize işi düşecek bir gün.”

İşe koşmak
: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, göndermek.

İşi ağırdan almak: Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek.
Örnek: “Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor.”

İşi azıtmak
: Yanlış ve aşırı yollara sapmak.
Örnek: “Bu çocuk da işi iyice azıttı.”

İşi Allah`a kalmak
: Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu kalmamak.
Örnek: “Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah`a kalmıştı.”

İşi başından aşmak
: Pek çok işi olmak, iş içinde kaybolmak.

İşi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek.
Örnek: “Git de bak, babanın işi bitmiş mi?”

İşi duman olmak
: İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak.

İşi iş olmak: İşi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak.
Örnek: “İşi iş herifin, baksana yan gelip yatıyor her gün.”

İşinden olmak
: Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek.
Örnek: “Haydi canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın.”

İşi sıkı tutmak
: Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak.

İşi tıkırında olmak: İşi çok uygun ve iyi olmak.
Örnek: “O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın.”

İşi yokuşa sürmek
: Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri sürmek.

İşkembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek.
Örnek: “Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor.”

İş sarpa sarmak
: İş, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak.
Örnek: “İşler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan.”

İşten el çektirmek
: Görevden uzaklaştırmak.
Örnek: “Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona.”

İş yok
: O şeyde yarar yok, faydası olmaz.
Örnek: “O arabada hiç iş yok, almaya değmez.”

İte kaka
: Zorla, güçlükle.
Örnek: “Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz.”

İtibar kazanmak
: Saygınlık görmek, kendisine değer verilmek.

İt sürüsü kadar: Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık.
Örnek: “İt sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla.”

İyi etmek
: 1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal etmek.

İyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek.
Örnek: “Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar.”

İyi gün dostu
: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse.
Örnek: “Bize iyi gün dostu gerekli değil.”

İyi saatte olsunlar
: Cinlerden söz edilirken kullanılır.

İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek.

İzi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak.
Örnek: “Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar.”

© Çokbilgi.Com - 2011 | Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
| Sitemap | RSS | Kullanım Koşulları |