“S” Harfi – Deyim Açıklamaları / 1
Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır.
Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak.
Örnek: “Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz.”
Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak.
Örnek: “Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum.”
Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak.
Örnek: “Köye varmamız sabahı bulacak.”
Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde.
Örnek: “Sabahın köründen beri yoldayız.”
Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan.
Örnek: “Ben sabır taşı mıyım?”
Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak.
Örnek: “Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan.”
Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak.
Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim).
Örnek: “Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır.”
Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak.
Örnek: “Bizim de saçımıza ak düştü.”
Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır.
Saçını başını yolmak: 1. Birini çok fazla dövüp hırpalamak. 2. Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek.
Örnek: “Sinirinden saçını başını yolmaya başladı.”
Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak.
Örnek: “Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim.”
Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek.
Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak.
Örnek: “Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı.”
Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek.
Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek.
Örnek: “Sağa sola bakmadan yürüyordu.”
Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek.
Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı.
Örnek: “Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?”
Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak.
Örnek: “Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz.”
Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak.
Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren.
Örnek: “O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil.”
Sağlık olsun: “Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız” anlamında kullanılır.
Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse.
Sahip çıkmak: 1. Birini ilgilenip korumak. 2. Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek.
Örnek: “Şu kimsesize sahip çıkalım.”
Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek.
Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak.
Örnek: “Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!”
Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış.
Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak.
Örnek: “İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor.”
Saltanat sürmek: 1. Bolluk, verimlilik içinde yaşamak. 2. Hükümdarlık etmek.
Örnek: “Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek.”
Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak.
Örnek: “Saman altından su yürütenleri hiç sevmem.”
Saman gibi: Tatsız, yavan.
Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz.
Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse.
Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak.
Örnek: “Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda.”
Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek.
Örnek: “İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan.”
Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek.
Örnek: “Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek.”
Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak.
Örnek: “Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı.”
Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak.
Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek.
Örnek: “Adam bir vuruşta sedyelik oldu.”
Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek.
Örnek: “Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu.”
Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek.
Örnek: “Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?”
Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek.
Senet vermek: 1. Yazılı, imzalı belge vermek. 2. “Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum” anlamında kullanılır.
Sen giderken ben geliyordum: “Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın.” anlamında kullanılır.
Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: “Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?” anlamında kullanılır.
Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak.
Örnek: “O kadar senli benli olma yabancılarla.”
Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı.
Örnek: “Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet.”
Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak.
Örnek: “Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!”
Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe.
Örnek: “Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum.”
Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak.
Örnek: “Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!”
Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek.
Örnek: “Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır.”
Ses çıkarmamak: 1. İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak. 2. Hiç konuşmamak, susmak.
Örnek: “Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum.”
Sesini kesmek: 1. Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak. 2. Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek.
Örnek: “Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!”
Ses seda çıkmamak: 1. Hiçbir tepki görülmemek. 2. Haber çıkmamak.
Örnek: “Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan.”
Ses vermemek: 1. Herhangi bir sesi çıkarmamak. 2. Bir çağrıya kulak vermemek.
Örnek: “Adam evdeydi ama hiç ses vermedi.”
Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak.
Örnek: “Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı.”
Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan.
Örnek: “Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü.”
Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik.
Örnek: “Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk.”
Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak.
Örnek: “Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?”
Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek.
Örnek: “Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan.”
Sıfıra sıfır, elde var sıfır:
Örnek: “Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti
Örnek: ” anlamında kullanılır.
Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak.
Örnek: “Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi.” Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri
Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak.
Örnek: “Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın.”
Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak.
Örnek: “Sıkı dur, şut çekeceğim.”
Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz.
Örnek: “Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim.”
Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak.
Örnek: “Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!”
Sıkıntı çekmek: 1. Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak. 2. Ruhen tedirginlik duymak.
Örnek: “Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur.”
Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak.
Sıkı tutmak: Önem vermek.
Örnek: “İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte.”
Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen.
Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak.
Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak.
Örnek: “Sırra kadem bastı adam!”
Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı.
Örnek: “Sırım gibi delikanlı olmuş.”
Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak.
Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak.
Örnek: “Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!”
Sırtını dayamak: 1. Güçlü bir yere veya birine güvenmek. 2. Bir yere dayanmak ya da yaslanmak.
Örnek: “Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor.”
Sırtını yere getirmek: 1. Üstün gelmek. 2. Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek.
Örnek: “Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez.”
Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak.
Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak.
Silip süpürmek: 1. Ortada ne varsa hepsini yemek. 2. Hepsini alıp götürmek, yok etmek. 3. Ortalığı temizlemek.
Örnek: “Evi çarçabuk silip süpürdüm.”
Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak.
Örnek: “Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz.”
Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak.
Örnek: “Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı.”
Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak.
Örnek: “Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu.”