“T” Harfi – Deyim Açıklamaları / 1
Tabana kuvvet: “Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı” anlamında kullanılır.
Örnek: “Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!”
Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak.
Örnek: “Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı.”
Tabanları yağlamak: 1. Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak. 2. Hızlıca koşarak kaçmak.
Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı.
Örnek: “Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler.”
Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek.
Örnek: “Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim.”
Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek.
Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak.
Örnek: “Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler.”
Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak.
Örnek: “O kebabın tadı damağımda kaldı.”
Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak.
Örnek: “Yemeğin tadına baktın mı?”
Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak.
Örnek: “Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha.”
Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak.
Örnek: “Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa.”
Tadını almak: 1. Bir şeyin lezzetini almak. 2. Yaptığı işten zevk duymaya başlamak.
Örnek: “O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz.”
Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak.
Örnek: “Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım.”
Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak.
Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak.
Örnek: “İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı.”
Tahtalı köy: Mezarlık.
Tahtası eksik: Aklı noksan, deli.
Örnek: “O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!”
Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte.
Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek.
Örnek: “Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa.”
Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı.
Tam adamını bulmak: 1. En uygun kişiyi seçmek. 2. En uygunsuz kişiyi seçmek.
Örnek: “Tam adamını bulmuşsunuz hani!”
Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş.
Örnek: “Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler.”
Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek.
Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk.
Örnek: “O bir Tanrı misafiridir. Nasıl kalk git diyebilirim.”
Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak.
Örnek: “Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?”
Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak.
Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak.
Örnek: “Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk.”
Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek.
Taş attı da kolu mu yoruldu?: “Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?” anlamında kullanılır.
Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak.
Örnek: “Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular.”
Taş çatlasa: “Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız” anlamında kullanılır.
Örnek: “Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez.”
Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak.
Örnek: “Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor.”
Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek.
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse.
Örnek: “Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!”
Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek.
Örnek: “Çocuk sanki taş kesilmişti.”
Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek.
Örnek: “Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar.”
Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz.
Örnek: “Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler.”
Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz. Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri
Örnek: “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.”
Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış.
Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan.
Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak.
Örnek: “Nihayet işi tatlıya bağladık.”
Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak.
Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek.
Örnek: “Tavına getirip söyle.”
Tava gelmek: 1. Yumuşamak, kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek.
Örnek: “Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi.”
Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak.
Örnek: “Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum”
Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme.
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır.
Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen.
Örnek: “Amma da tavşan yürekli bir adammışsın.”
Tazıya dönmek: 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak.
Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak.
Örnek: “Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor.”
Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek.
Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak.
Örnek: “Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma.”
Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak.
Örnek: “Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler.”
Tekin değil: 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse.
Örnek: “O eski ev tekin değil diyorlar.”
Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak.
Tel çekmek: 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak, telle çevirmek.