• Ana Sayfa
  • Deyimler
  • Türk'çe Kalem
  • Geçmiş Kayıtlar
  • Söz Sizde
  • İletişim
  • Deyimler
      deyim, deyimler
    • Deyim Nedir?
    • Deyimlerin Özellikleri
    • Dünya Dillerinde Deyimler
    • Deyim Türleri
    • Deyimlerin Öyküleri
    • Açıklamalı Deyimler


-A- Harfi -B- Harfi -C- Harfi -Ç- Harfi -D- Harfi -E- Harfi -F- Harfi
-G- Harfi -H- Harfi -I- Harfi -İ- Harfi -K- Harfi -L- Harfi -M- Harfi
-N- Harfi -O- Harfi -Ö- Harfi -P- Harfi -R- Harfi -S- Harfi -Ş- Harfi
-T- Harfi -U- Harfi -Ü- Harfi -V- Harfi -Y- Harfi -Z- Harfi

“Y” Harfi – Deyim Açıklamaları / 2

deyim açıklamaları, deyiminin anlamıYaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak.
Örnek: “Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır.”

Yaşını içine akıtmak
: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak.

Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak.
Örnek: “O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir.”

Yatağa düşmek
: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak.
Örnek: “Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız.”

Yataklık etmek
: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak.

Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak.
Örnek: “Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor.”

Yatırım yapmak
: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak.
Örnek: “Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık.”

Yavaş gel
: “Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma” anlamında kullanılır.

Yaya kalmak: 1. Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak. 2. Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak.
Örnek: “İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?”

Yayan yapıldak
: Çıplak ayakla, yayan.
Örnek: “Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek.”

Yaygarayı basmak
: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek.
Örnek: “Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı.”

Yaz boz tahtasına çevirmek
: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek.

Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek.

Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan.
Örnek: “Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?”

Yedi düvel
: Bütün devletler, herkes, bütün dünya.
Örnek: “İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz.”

Yediden yetmişe
: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes.
Örnek: “Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu.”

Yediği naneye bak
: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır.

Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya.
Örnek: “Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu.”

Yedi kat yabancı
: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok.
Örnek: “Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor.”

Yeğ tutmak
: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek.
Örnek: “Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır.”

Ye kürküm ye
: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır.

Yele vermek: 1. Boşuna harcamak. 2. Savurmak.
Örnek: “Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?”

Yelkenleri suya indirmek
: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak.
Örnek: “Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca.”

Yel yeperek yelken kürek
: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla.

Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak.
Örnek: “Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?”

Yeme de yanında yat
: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır.

Yemin etsem başım ağrımaz: “Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim” anlamında kullanılır.

Yenilir yutulur gibi değil: 1. Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için). 2. Aşırı, çok pahalı. 3. Çok ağır, kabul edilmez (söz). 4. Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan.
Örnek: “Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler.”

Yer almak
: 1. Bir şey yapanların arasında bulunmak. 2. Adına ayrılan yerde bulunmak
Örnek: “Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?”

Yer cücesi
: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse.

Yer demir gök bakır: “Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm” anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır.

Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak.
Örnek: “Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı.”

Yere bakan yürek yakan
: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse.
Örnek: “Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da.”

Yere göğe koyamamak
: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek.

Yer etmek: 1. İz bırakmak. 2. İyice yerleşmek.
Örnek: “Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım.”

Yerinde duramamak
: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak.
Örnek: “Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu.”

Yerinden oynamak
: 1. Bulunduğu bir yerden ayrılmak. 2. Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak.
Örnek: “O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!”

Yerinden oynatmak
: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak.
Örnek: “Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın.”

Yerinde saymak
: 1. Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak. 2. Hiç gelişme, ilerleme gösterememek.
Örnek: “Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi.”


Yerinde yeller esmek
: Yok olmak, artık bulunmamak.
Örnek: “Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu.”

Yerin dibine geçmek
: 1. Çok utanmak, sıkılmak. 2. Kaybolmak, göze görünmez olmak.
Örnek: “Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!”

Yerine geçmek
: 1. Görevden ayrılan birinin yerine geçmek. 2. Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek.
Örnek: “Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular.”

Yerini bulmak
: 1. Aradığı bir yeri bulmak. 2. Yerine gelmek. 3. Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak.
Örnek: “Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim.”

Yerini doldurmak
: 1. Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak. 2. Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak.
Örnek: “Bakalım yerini doldurabilecek mi?”

Yeri yurdu belirsiz
: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen.
Örnek: “Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?”

Yerle bir etmek
: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak.
Örnek: “Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler.”

Yerli yersiz
: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan.
Örnek: “Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam.”

Yer tutmak
: 1. Bir yeri kaplamak. 2. Birine bir yer ayırmak.
Örnek: “Salonda yer tutmak yasaktır!”

Yer vermek
: 1. Önemini belirtmek. 2. Kendi yerini bir başkasına vermek. 3. İmkân tanımak.
Örnek: “Bu fikre de yer vermeliyiz.”

Yer yarılıp içine girmek
: 1. Çok utanmak. 2. Yitirilen şey bir türlü bulunamamak.
Örnek: “Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu.”

Yer yerinden oynamak
: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak.
Örnek: “Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık.”

Yeşil ışık yakmak
: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak.
Örnek: “Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum.”

Yılan hikâyesi
: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş).
Örnek: “Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?”

Yılanın kuyruğuna basmak
: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek.

Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak.
Örnek: “Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun.”

Yıldırımla vurulmuşa dönmek
: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek.
Örnek: “İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı.”

Yıldızı barışmamak
: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak.
Örnek: “Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti.”

Yıldızı parlamak
: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak.
Örnek: “Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti.”

Yıldızı sönmek
: Ününü ve itibarını kaybetmek.
Örnek: “Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!”

Yiğitlik sende kalsın
: “Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun ” anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir. Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri

Yiyip bitirmek: 1. Parayı tüketinceye dek harcamak. 2. Yemeği sonu gelinceye kadar yemek. 3. Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak.
Örnek: “Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!”

Yok canım!
: 1. Gerçek mi, öyle mi? 2. Hayır inanmam, doğru değil bu!
Örnek: “Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile.”

Yok devenin başı!
: “Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam” anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır.

Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına.
Örnek: “Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu.”

Yol açmak
: 1. Yeni bir yol yapmak. 2. Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek. 3. Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak. 4. Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek.
Örnek: “Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı.”

Yola çıkmak
: 1. Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak.
Örnek: “Sabah erkenden yola çıkacaklarmış.”

Yola düşmek
: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak.
Örnek: “Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile.”

Yola gelmek
: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek.
Örnek: “Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir.”

Yola getirmek
: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek.

Yol almak: 1. Çıkılan yolda ilerlemek.”Bir saatte epey yol alırız.” 2. Mesleğinde ilerlemek.
Örnek: “Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı.”

Yol aramak
: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak.
Örnek: “Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz.”

Yol bulmak
: Bir çözüm, bir çare bulmak.
Örnek: “İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu.”

Yoldan çıkmak
: 1. Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak. 2. Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek.
Örnek: “Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor.”

Yoldan kalmak
: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek.
Örnek: “Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız.”

Yol geçen hanı
: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer.
Örnek: “Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!”

Yol göstermek
: 1. Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak. 2. Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek.
Örnek: “Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana.”

Yol iz bilmemek
: 1. Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek. 2. Görgüsüz davranmak.

Yol kesmek: 1. Birinin geçmesine engel olmak. 2. Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak.
Örnek: “Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar.”

Yol tutmak
: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek.
Örnek: “Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!”

Yolu (ayağı) düşmek
: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak.
Örnek: “Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi.”

Yoluna çıkmak
: 1. Karşılamaya gitmek. 2. Yolda karşısına çıkmak.
Örnek: “Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı.”

Yoluna (rayına) girmek
: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek.

Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek.
Örnek: “İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı.”

Yolunu beklemek
: Gelmesini beklemek.
Örnek: “Az yolunu beklemedi oğlunun.”

Yolunu bulmak
: 1. Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak. 2. Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak.
Örnek: “Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel.”

|« Önceki Sayfa «| – |» Sonraki Sayfa »|

© Çokbilgi.Com - 2011 | Tüm hakları saklıdır, izinsiz alıntı yapılamaz.
| Sitemap | RSS | Kullanım Koşulları |