“Y” Harfi – Deyim Açıklamaları / 3
Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak.
Örnek: “Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı.”
Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak.
Örnek: “Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?”
Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak.
Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak.
Örnek: “Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı.”
Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları.
Örnek: “Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe.”
Yorgan gitti, kavga bitti: “Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi.” anlamında kullanılır.
Yorgunluğunu almak: 1. Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek. 2. Yorgun birini dinlendirmek.
Yorgunluğunu çıkarmak: 1. Dinlenmek. 2. Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak.
Yörüngesine oturtmak: 1. (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak. 2. Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak.
Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse.
Örnek: “Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim.
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır.
Yumruk kadar: 1. Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne). 2. Küçük çocuk.
Örnek: “Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?”
Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak.
Örnek: “Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?”
Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek.
Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse.
Örnek: “Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?”
Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap.
Örnek: “Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu.”
Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek.
Örnek: “Yuvarlanıp gidiyoruz işte.”
Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek.
Örnek: “Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam.”
Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek.
Örnek: “Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer.”
Yuvasını yıkmak: 1. Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak. 2. Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek.
Örnek: “Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara.”
Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek.
Örnek: “Desene boş yere yük altına girmişiz biz.”
Yük olmak: 1. Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak. 2. Masraflarını başkasına ödetmek.
Örnek: “Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar.”
Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek.
Örnek: “Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste.”
Yüksek perdeden konuşmak: 1. Yüksek sesle konuşmak. 2. Meydan okurcasına sert konuşmak. 3. Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak.
Örnek: “Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor.”
Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek.
Örnek: “Amma da yüksekten atıyor.”
Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi.)
Yükün altından kalkmak: 1. Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak. 2. Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak.
Örnek: “Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar.”
Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak.
Örnek: “Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu.”
Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak.
Örnek: “Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an.”
Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak.
Örnek: “Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti.”
Yüreği çarpmak: 1. Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak. 2. Yüreği hızlı vurmak.
Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak.
Örnek: “Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü.”
Yüreği ezilmek: 1. Üzülmek, çok acı duymak. 2. Çok acıkmış olmak.
Örnek: “İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim.”
Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak.
Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak.
Yüreği kabarmak: 1. Midesi bulanmak. 2. Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak.
Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak.
Örnek: “Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu.”
Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak.
Örnek: “Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol.”
Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse.
Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak.
Örnek: “Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu.”
Yüreğine inmek: 1. Birdenbire ölmek. 2. Büyük ölçüde üzülmek.
Örnek: “Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?”
Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek.
Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek.
Örnek: “Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur.”
Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak.
Örnek: “Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı.”
Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak.
Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak.
Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak.
Örnek: “Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı.”
Yüreği pek: 1. Korkusuz, yürekli, çok cesaretli. 2. Yüreği katı.
Örnek: “Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki.”
Yüreği yanmak: 1. Çok fazla acımak. 2. Bir felâkete uğramak.
Örnek: “Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum.”
Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak.
Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak.
Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak.
Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak.
Yüze gülmek: 1. Sevimli, çekici görünmek. 2. Yalandan dost görünmeye çalışmak.
Örnek: “Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar.”
Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak.
Örnek: “Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu.”
Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak.
Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan.
Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak.
Örnek: “İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar.”
Yüz karası: 1. Utanılacak bir durum. 2. Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak.
Örnek: “Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?”
Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum.
Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak.
Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak.
Örnek: “Hava kararmaya yüz tuttu.”
Yüzde kalmak: 1. Derinleştirmemek. 2. Önemli şeyler meydana getirmemek.
Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak.
Örnek: “Alnım açık, yüzüm aktır.”
Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak.
Örnek: “Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler.”
Yüzü gözü açılmak: 1. Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak. 2. İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek.
Yüzü gülmek: 1. Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak. 2. Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak.
Örnek: “Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?”
Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak.
Örnek: “Bu güne kadar ne istedimse verdi. Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste.”
Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan.
Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız.
Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak.
Örnek: “Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?” Özlü Sözler, ÇokBilgi.Com, Türkçe, Dünyanın Enleri, Deyimler, Atasözleri
Yüzünden okumak: 1. Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak. 2. Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak.
Örnek: “Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor.”
Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak.
Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek.
Örnek: “İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi.”
Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak.
Örnek: “Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk.”
Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek.
Örnek: “Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda.”
Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır.
Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek.
Örnek: “Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!”
Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak.
Örnek: “Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?”
Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak.
Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak.
Örnek: “Baksana, yüzü sirke satıyor adamın.”
Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak.
Örnek: “İşleri yüz üstü bırakıp gitti.”
Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,
Örnek: “Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!”
Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için.
Örnek: “Hz. Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar.”
Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek.
Örnek: “Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor.”
Yüzü yerde: Alçakgönüllü.
Yüzü yok: “Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor.” anlamında kullanılır.
Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak.
Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek.
Örnek: “Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız.”
Yüz yüze gelmek: 1. Birden karşılaşmak. 2. Bir araya gelmek.
Örnek: “Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz.”